Uludere olayları Genel Kurul Konuşması

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin Uludere olaylarının araştırılmasına yönelik vermiş olduğu Meclis araştırması önergesi aleyhine söz almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekir ki 28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak ili Uludere ilçesi Gülyazı ve Ortasu köylerine sınır Irak topraklarında meydana gelen ve 34 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan olay ırkı, dini, meşrebi ve siyasi görüşü ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızı derinden üzmüş ve o günden bu yana da ülkemizde her daim dile getirilmiş bir konudur.

Bu araştırma önergesinin dayanağını Anayasa’nın 98’inci maddesi ve Meclis İçtüzüğü’müzün 104 ve 105’inci maddelerine dayandırmış Barış ve Demokrasi Partisi. Ancak, burada arzulanan ve murat edilen hadise, o günün şartlarında meydana gelen bu olayların içerisinde istihbarat zaafının olup olmadığı, Hükûmetin aldığı kararlar, kararı uygulayanlar ve sorumlu yetkililer konusunda bir araştırma yapılmasını öngörüyor ve yine, araştırma önergesinin içeriğinde bir kısım gerekçelerle de olay bir şekliyle anlatılmış.

Şimdi, olayın hemen akabinde özellikle ihmale yönelik söylemleri kabul etmemiz bu kürsüden mümkün değil. Ancak, bir hususu, özellikle gerekçede beyan edilen bir hususu da burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Gerekçenin üçüncü paragrafında, özellikle bombalama sonrası 112’ye telefon edilmesi ve yetkililerin uyarılmasına rağmen ambulans gönderilmediği, İnsan Hakları Derneğinin, MAZLUMDER’in, Türk Tabipler Birliğinin, KESK’in ve diğer sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı ortak rapora göre de olayda 13 yaralının yardım gelmemesi sonucu yaşamını yitirdiği ifade edilmiştir.

Hemen bir sonraki paragrafta bizzat gerekçeyi yazan arkadaşımızın da çelişkiye düştüğü çok net görülüyor çünkü o paragrafta da aynen şu ifade ediliyor: “Köylüler BDP il örgütü ve belediyelere ait ambulanslarla anında olay yerine intikal etmiş; dehşet verici, tüyler ürpertici toplu bir öldürme olayı ile karşılaşılmıştır.” Yani, bir paragrafta geç kalındığından, kamunun olaya yeterince müdahale etmediğinden bahsedilerek 13 kişinin hayatını bir an önce müdahale edilmemesi sebebiyle kaybettiği ifade edilirken, hemen bir sonraki paragrafta derhâl olay yerine intikal edildiği ve bir şekliyle müdahalede bulunulduğu ifade edilmektedir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu olay sonrasında Meclis İnsan Hakları Komisyonu bir alt komisyon kuruyor ve hemen olay sonrasında bölgede on üç ay gibi bir süre bir çalışma gerçekleştiriliyor ve İnsan Hakları İnceleme Komisyonu kanundan doğan bu hakkını kullanarak on üç ay çalışabiliyor. Şu an itibarıyla istenilen Meclis araştırma önergesi ve araştırma komisyonunun maksimum çalışma süresi üç ay; yetmediği takdirde bir ay daha ilave bir süre verilecek. Ve hemen olayın akabinde kurulmuş, alt komisyon olarak belirlenmiş ekibin ciddi bir çalışması sonrasında da 27 Mart itibarıyla komisyon, raporunu Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuş. Eksiklikler olabilir, “Bazı şeyler tam olarak ifade edilmemiş.” de diyebilirsiniz ve buna dair de muhalefet şerhlerini, gerek Barış ve Demokrasi Partisi gerekse Cumhuriyet Halk Partisi ifade etmek suretiyle aleyhe şerhlerini rapora dercetmişler.

Şimdi, on üç ay içerisinde konunun uzmanı olan İnsan Hakları Komisyonunun ulaşamadığı bir kısım veri ve bilgilere bundan sonra kurulacak bir araştırma komisyonunun ulaşmasını beklemek bence biraz anlamsızlık ifade eder.

Ve hemen olay sonrasında Komisyon intikal etmiş ve pek çok veriye de hadisenin soruşturma aşamasında olması dosyada gizlilik kararı bulunmuş olması sebebiyle yargıya intikal ettiği ifade edilmiş ve Komisyona gelen raporların büyük bir çoğunluğu da bizzat Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı aracıyla gerçekleşmiş.

– Şimdi, aslolan ve arkadaşlarımızın aslında itiraz ettiği, bir nebze de haklılık payı olan bir durum söz konusu. Burada Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yaklaşık on beş ay gibi bir süreden sonra görevsizlik kararı vermesi, bunun askerî yargının konusuna girdiğinden bahisle görevsizlik kararı vermiş olması, elbette, bir hukukçu kimliğiyle benim de tasvip etmediğim ve doğrulamadığım bir husus. Çünkü, bizim siyaset anlayışımızda ve yargıya bakışımızda, tarafsız, tam bağımsız bir yargının oluşabilmesi ve yargıda teklik prensibine göre sadece sivil mahkemelerin var olması gerektiğine inanıyoruz ve askerî yargının kaldırılmak suretiyle askerî mahkemelerde sadece disiplin suçlarına bakılabilmesini, diğer tüm eylem ve işlemlerinden dolayı da sivil mahkemelerde yargının görevini ifa etmesini bekliyoruz ve bu noktada da ben umuyor ve inanıyorum ki… Ülkemizin demokratik standartları yükseldikçe, tarafsız ve bağımsız yargıya olan inanç milletimizde pekiştiği ölçüde bu sorunların da ortadan kalkacağına, ileri bir tarihte askerî mahkemelerin kaldırılmak suretiyle bu ülkede var olan bütün eylem ve işlemlerin bağımsız mahkeme olarak sivil mahkemelerde görüleceğine inancım tam.

Bunun dışında, değerli milletvekilleri, özellikle burada ifade edilen bir kısım hususlarla alakalı ben değerli hatibe ve arkadaşlarımıza şunu ifade ediyorum: Bu ülkeyi bir bütün olarak görürsek, 76 milyonu bir bütün gördüğümüzde, 780 bin metrekare toprağın ayrılmaz bir bütünlük içerisinde yaşamını devam ettireceğine dair inancımız pekiştiği ölçüde, ötekileştirmeden, siz-biz demeden, gerçek anlamda bir insan hakkı ihlali varsa, bunun üstüne rahatlıkla gidebileceğimizi ifade ediyoruz. Çünkü, işkence ve kötü muamelenin bir insanlık suçu olduğunu biz her defasında bu kürsüden ifade ediyoruz. Bu ülkeye vatandaşlık

bağıyla bağlı olan hiçbir kimsenin, inancından, ırkından ve siyasi görüşünden dolayı bir ayrıma tabi tutulmasını da asla ve asla istemiyoruz çünkü bizim siyasetimizde insanı merkeze alan bir anlayış var ve bu ülkenin bütün vatandaşlarının eşit bir yaşam tarzı idame ettirmesine yönelik eylem ve icraatlar içerisinde olan bir siyasi iktidarız.

Yargıyla alakalı olan hususlarda -demin burada ifade edildi- bir kısım somut örnekleri, ülkenin batısından örnekler olarak veriyoruz. Mesleğimin ilk yıllarında karşılaştığım hadiseler, doğudan gelen, batıdan gelen farklı insanların Çankırı’da, kırsalında, Ankara’da, çok farklı suçlar işlediklerini ve bu insanların hiçbirine, sadece bulundukları bölgeyi veya ırkını ifade ederek bir ayrımcılık yapıldığını biz hiç görmedik ve bu ülkede yargının her alanda tarafsız ve bağımsız olmasını en fazla arzu edenlerden birisi de bu Hükûmet ve iktidar partisinin mensupları. 12 Eylül 2010 referandumunda, biz, artık, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü için “Anayasa’ya evet” çağrılarını meydanda yaparken yargıdaki bir kısım sıkıntıları ortadan kaldırmak ve yargının gerçek işlevine dönüşmesi için adımlar atmıştık ama maalesef, bugün burada yargıyı eleştirenler, o gün bu noktadaki düzenlemeler yapılacağı zaman da itiraz etmişler ve çekincelerini ortaya koymuşlardı. O yüzden, burada aklıselim düşünmek zorundayız.

Eğer yargıya olan inancımızı tamamen bu toplum kaybettiği takdirde, devlet olmanın gereği ve milleti yan yana getiren ve adalet olgusunu ortadan kaldıracak bir düşünce içerisine düşmemiz gerçekten çok kötü sonuçlar verebilir. Elbette ki yargıda bir kısım eksiklikler olabilir ama son yıllardaki, özellikle demokratikleşme adımlarıyla ve yargı paketleriyle getirilen düzenlemeler, bu ülke insanının daha huzurlu, daha demokratik bir ortamda yaşayabilmesi için, insanımızın refahı için gerçekleştirilmiş olan hadiselerdir. Yargıda -ben şuna inanıyorum ki- fiziksel eksikliklerin tamamı giderilmiştir. Artık, o binaların içerisinde, o sarayların içerisinde, insanların ruhunu da okşayacak ve bu ülkeye vatandaş olarak bağlı kalmanın onurunu yaşatacak -inşallah- yargı kararlarını da bağımsız yargıdan beklediğimizi özellikle ifade etmek isterim. Ama buraya, kürsüye çıktığımız zaman, yargıyı senin-benim ayrımına soktuğumuz zaman, bağımsız yargının işlevini, bir şekliyle, yerine getirilmesine mâni olduğumuzu da hiçbir zaman için unutmayalım.

Ben bu duygu ve düşüncelerle özellikle şunu ifade edeyim ki buradaki artık Meclis araştırma önergesiyle kurulacak olan bir komisyonun işlev ve eylemlerinin tamamı Meclis İnsan Hakları Komisyonunca kurulmuş alt komisyonla yerine getirilmiş, rapor da Meclis Genel Kuruluna sunulmuştur.

Ben, buradaki raporda, eksiklikleri varsa da orada muhalefet şerhinde ifade edildiği kanaatindeyim.

Bu duygu ve düşüncelerle BDP grup önergesinin aleyhinde olduğumu bildiriyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.