HSYK’nın yapısı neden değişmeli?
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu mevcut 1982 Anayasasına göre, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar. Kurulduğu andan itibaren pek çok tartışmaya konu olan HSYK hakkında kısaca bilgi vermek ve sonrasında neden HSYK’nın yapısının değişmesi gerektiğine dair görüşlerimi sizlerle paylaşacağım.
HSYK ilk olarak 1961 Anayasasının 137. maddesinde düzenlenmiş olup Yüksek Hakimler Kurulu olarak ifade edilirken 20.09.1971 tarihinde anayasada yapılan değişiklik ile Yüksek Hakimler Kurulu ve Yüksek Savcılar Kurulu olarak ayrı iki kurum oluşturulmuştur. 1961 Anayasasının 143. Maddesine göre Yüksek Hakimler Kurulu 18 asil ve 5 yedek üyeden oluşmaktadır. Kurul üyelerinin 6’sı Yargıtay Genel Kurulunca 6’sı birinci sınıfa ayrılmış hakimlerce, kendi aralarında gizli oyla seçilirdi. Millet Meclisi ve Senato yüksek mahkemelerde hakimlik yapmış kişiler arasından 3’er üye seçme hakkına sahipti. Adalet Bakanı YHK’na bizzat katılabilir, ancak oylamaya katılmazdı. 20.09.1971 tarihli değişiklikle Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosunun seçim yetkisi de kaldırılarak 6 üyenin seçimi de bizzat Yargıtay Genel Kuruluna bırakılmıştır. Bu düzenlemelerin tamamı darbeler sonrası oluşan ihtiyaç ve yargıyı dizayn etmeye dair düşüncenin ürünü olup, bu değişikliklerden bu yana yargıdaki vesayet anlayışı dönem dönem isim ve şeklini değiştirmek suretiyle günümüze kadar süre gelmiştir.
1982 Anayasası Yüksek Savcılar Kurulu ve Yüksek Hakimler Kurulu ayrımından vazgeçerek hakimler ve savcılarla ilgili kurumsal yapıyı tek çatı altında birleştirilmiş ve 159.maddesinde bugünkü HSYK yapısını oluşturmuştur. 12 Eylül 2010 referandumundan önceki HSYK kurulu başkanı olarak Adalet Bakanı, tabii üye Adalet Bakanı Müsteşarı, üç yargıtaydan, iki danıştaydan genel kurulların göstereceği her üye için 3 katı aday arasından Cumhurbaşkanınca seçilerek 5 asil üye ve 5 yedek üyeden oluşmakta idi. Adalet Bakanı Müsteşarının katılmadığı toplantıların yapılamayacağı anayasada düzenlenmiş idi. Kurul üyelerinin görev süresi 4 yıl olup, görevi biten üyelerin yeniden seçilebilmeleri mümkün idi. 12 Eylül 2010 referandumu ile HSYK’nın yapısı tamamen değiştirilmek suretiyle bugünkü halini aldı. Üye sayısı 22’ye yükseltildi. Bakan ve müsteşar doğal üye, 10 üye ilk derece adli (7) idari (3) hakim ve savcıları arasından seçimle, 3 üye Yargıtay Genel Kurulu 2 üye Danıştay Genel Kurulu üyeleri arasından kendi oyları ile, 4 üye Sayın Cumhurbaşkanı tarafından Hukuk Fakültesi Öğretim Üyeleri veya 15 yıl fiili avukatlık yapmış hukukçulardan oluşacak şekilde atama ile ve 1 üyede Adalet Akademisi üyelerince seçilmek suretiyle oluşacak bir yapıya dönüştürülmüştür.
Mevcut HSYK 3 daireden oluşmakta, meslekten çıkarma hariç kararları yargı denetimine kapalı, Teftiş Kurulu HSYK’ya bağlı, Adalet Bakanı sadece genel kurul toplantılarına katılabiliyor. Müsteşarın daire başkanı seçilmesi mümkün olmayan sadece genel kurul ve 1.daire toplantılarına katılabildiği bir sistemden oluşmakta olup, HSYK; adli ve idari yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Kısacası HSYK hakim ve savcıların göreve başladığı andan 65 yaşını doldurduğu ana kadar her türlü eylem ve işlemleri bizzat ilgilenmekte, mahkemelerin kurulması dahil her aşamada bizzat belirleyici konumu ile görev ifa etmektedir.
12 Eylül 2010 referandumu öncesi değişiklik iradesi TBMM’den HSYK üyelerinin seçimlerinde oy kullanacak hakim ve savcılara yalnız bir oy kullanabilme hakkı vermek suretiyle HSYK’da çoğulcu bir yapının oluşmasını murad etmekte iken CHP’nin konuyu Anayasa Mahkemesine götürmesi sonrasında hakim ve savcıların tek oy kullanma şekli iptal edilerek seçilecek üye sayısı kadar oy kullanma imkanı getirilmiş olmakla HSYK çoğulcu yapı yerine çoğunlukçu bir yapıya dönüşmüştür. 4 yıllık icraatları ile de yargı sistemimizde onarılması oldukça güç ve zaman alacak şekilde bir tahribat oluşturmuştur.
Yine mevcut sistem nedeniyle 4 yılda bir yapılan seçimler ve üyelerin bir daha seçilme varlığı nedeniyle hem kurul üyeleri çalışmaları süresince objektif davranamamakta, atama ve yer değiştirme sürecine etki ettiği gibi, soruşturma dosyalarında karar verme sürecine de menfi yönde olumsuz etki etmektedir. Bu son dört yıl içerisinde hakim ve savcı şikayetleri sayısı ve soruşturma kararı verilen dosya sayısından da çok net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca seçim süreçlerinde adliye koridorlarında belirginleşen ayrışma tablosu, adliye lojmanlarında da ailelere kadar yansımakta bu da hakim ve savcılar arasındaki uyum ve dayanışmayı ortadan kaldırdığı gibi çok kalın çizgilerle belli olacak şekilde ayrışma yaratmaktadır.
HSYK Anayasada tanımlanan yargı bölümünde kendisine yer bulan bir üst kurul olmasına rağmen, 4 yılık uygulamaları ile yargı sorunlarının çözümünden ziyade siyasi sorun üreten bir kurum olarak algılanır hale gelmiş, sanki millet iradesinin temsil edildiği yasama ve yasamanın içinden seçilen yürütme erki ile güç mücadelesine tutuşmuş bir kurum olarak görülmeye başlamıştır ki bu algı son derece yanlış ve tehlikelidir. Zira meşruiyetin temeli millet olup, millet adına hareket edebilecek yegane güçte parlamento da milleti temsil eden vekilleridir. Millet adına hüküm vermek güç paylaşmak anlamına gelmez. Yargı Anayasasının kendisine çizdiği sınırları aşmamalıdır. Aksi halde bir yetki karmaşası oluşur ki buda yargıyı siyasallaştırır ve kuruluş gayesinden uzaklaştırır.
Gelinen noktada HSYK seçimleri sonuçlanmış sadece Sayın Cumhurbaşkanının atayacağı 4 üyenin belirlenmesi beklenmektedir. Seçim öncesi belirttiğimiz gibi seçim sonucunda da aynı gerekçeleri ifade etmek suretiyle HSYK’nın yapısının Anayasa değişikliği yapmak suretiyle değiştirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. 12 Eylül 2014 tarihli ilk derece adli ve idari yargı hakimleri seçimleri sonuçları geçmişe oranla HSYK’da çoğulcu bir yapının oluşmasını gerçekleştirmiştir. Ancak bu sonuç nedeniyle yukarıda izah ettiğimiz başta hakim ve savcılar arasındaki ayrışma, seçim dönemlerinde ortaya çıkan fakat sonrasında görev süresince de devam edecek olan siyasallaşma, mesleki sorunların çözümüne dair çalışmalara zarar vermektedir. Yargının temsilcilerinin ideolojik görüşleri etnik veya mezhebi kimlikle anılmaları, siyasal duruş tarzına göre ifade edilmeleri kadar çirkin, bir o kadar da mesleğin onuruna zarar veren bir anlayış olamaz. Hakim ve savcılar mesleğe atandıkları andan itibaren bağımsız ve tarafsızdırlar. Hiçbir güç yargı yetkisini kullanırken onların karar verme süreçlerine etki etmemeli, onlarda bu hassasiyet içerisinde hareket etmelidir.
Yeni bir başlangıç yapmak kaydı ile yargının tüm paydaşlarının da kısa sürede görüş ve önerileri alınmak suretiyle Yeni Türkiye’ye yakışır, yargıya olan güven ve itimadı artıracak bir yapılanma için derhal adım atılmalı milletimizin beklediği Adalet sisteminin inşası önümüze yeni sorunlar çıkmadan gerçekleştirilmelidir. Bu görüşler tamamen şahsi görüşlerim olup, sağlıklı bir demokrasinin yaşatabilmesi için gerekli olan tam bağımsız ve tarafsız yargı sisteminin gerekliliği inancından beslenmektedir.