Çözüm sürecinin ruhuna etki eden kimlik arayışı

Ülkemizin son yıllarda gündemini en çok meşgul eden ve bugün geldiği aşamada ise belirli kırılganlıklar yaşayan çözüm sürecine etki eden kişisel ve toplumsal psikolojik unsurlar hakkında kısaca görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Soruna ve çözüme farklı açılardan bakabilme, kapsamlı bir değerlendirme yapabilmenin en doğru yolu olacaktır.

Çözüm sürecinde sosyal bilimcilerin üzerinde durduğu en önemli ayrımlardan biri hiç şüphesiz kimlik tanımlaması idi. Kimlikler insan yaşamının en önemli parçalarından biri olup deyim yerinde ise insanın ruhsal derisidir. Kimliği tarif ederken iki ayırımın üzerinde durmak gerekir. Birincisi bireysel kimlik tanımlaması (kendimize dair algıları oluşturan hal) ikincisi ise toplumsal kimlik tanımlaması (kollektif  kimlik, etnik kimlik, dini kimlik, milli kimlik vb.) olup, her iki tanımlamada bugün içerisinde bulunduğumuz sosyal yapı ve sosyolojik tanımlamada kendisine önemli ölçüde yer bulmaktadır.

Her insan diğerleri tarafından tanınmak ve saygı duyulmak ister. Eğer kişi çevresinde herhangi bir özelliğinden dolayı tanınıyor ve saygı görüyorsa ilave bir kimlik ihtiyacı duymaz. İçinde bulunduğu sosyal statü kendisi tatmin etmekte ve bir arayış içerisinde değildir. Ancak özellikle gençler arasında bulundukları sosyal çevre içerisinde kendilerine bir alan bulamayan, kendisini tanımlayamayanlar, nerede kabul görürse oraya doğru hayatını şekillendirir ve kendisine göre bir kimlik oluşturur. Kısacası saygı gördüğü yere gider. Bireysel kimliklerin daha çok ön plana çıktığı ülkeler sanayileşme sürecini tanımlamış, demokrasi çıtası yüksek ülkeler olarak tarif edilen Baltık ülkeleri olduğu gözlemlenmektedir.

Toplumsal kimlikleri tanımlarken en önemlisi ve belirleyicisinin etnik ve dinsel kimlik olduğu sonrasında ise milli kimliğin oluştuğunu söyleyebiliriz. Bölgemizde insanların doğumundan itibaren sahip olduğu kimlik etnik kimlik olup, dinsel kimliğin zaman içerisinde değişebileceği olasıdır. Bireysel kimlikleri tam olarak oluşturamayan kişilerde genelde etnik ve dini kimlikler öne çıkmaktadır. Bizim ülkemizde de insanımız tamamen bunların ortasındadır. Sanayileşmesini tamamlamış ve yaşadığı toplumla entegre olmuş olan bölgelerimizde bireysel kimlikler kullanılır hale gelmiş, daha çok kırsalda yaşayan ve büyükşehirlerde göç nedeniyle bulundukları şehirlerde gettolar oluşturan kesimlerde ise halen toplumsal kimlikler kullanılmaktadır. Kimliğin oluşması için toplumsal bir belleğe ihtiyaç vardır. İnsan kimliği oluştururken biz ve diğerleri olarak ayırım yapmak suretiyle kendisini tariflendirir. Burada yapılması gereken kişinin toplum içerisinde kendisini ayrıştırmadan bir bütünün parçası olduğunu hissettirmek ve ortak vatan da eşit vatandaşlık hukukundan rahatça istifade edebileceği inancını yaşatarak kazanılabilecektir. Zira kolektif kimlikler insanın varoluşundan kaynaklı haklarıdır.

Türkiye’de etnik ve mezhepsel ayrımlar olarak kolektif kimlikler kalın çizgilerle ifade edilmekte olup, ülkemizin birliği ve bütünlüğüne en fazla zarar verecek olanlarıdır. Bu nedenle yıllar boyunca Anadolu coğrafyasında en fazla kaşınan ve farklılıklardan sorun çıkarılmaya çalışılan kişilik mezhep farklılığı(dinsel kimlik) olup, Osmanlı İmparatorluğu döneminde doğuda yapılan tüm seferler ve savaşlar bu ayrışma sorununun ortadan kaldırılmasına yönelik gerçekleşmiştir. Cumhuriyet Türkiye’sinin en fazla mücadele ettiği alanda hiç şüphesiz yabancı güçlerini de destekleri ile oluşturulan kürt milliyetçiliği adı altında Marksist bir yapıda kurulan PKK terör örgütü ile yapılan etnik milliyetçilik ayrışmasından kaynaklanan sorunların çözümüne dairdir. Her iki kimlik ayrışmasının sorun haline gelmesinde hiç şüphesiz Cumhuriyet dönemi hükümetlerinin de önemli ölçüde katkısı olmuştur. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında ulus devlet inşası adına hareket eden zihniyetin farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğunun farkına varamadan tek tip insan yetiştirme gayreti bugün yaşadığımız sorunlarında tetikleyicisi olmuştur.

Modern ve gelişmiş toplumlarda asıl olan geçmiş hatalardan ders çıkarmak suretiyle, farklılıkları ayrışma aracı olarak değil, geleceğin inşasında ve güçlü bir devlet oluşturma yolunda kullanmaktır. Bugün ülkemizde toplumun büyük kısmı modernleşme ile kendini ifade ederken bir kısmı halen geleneksel değerlere sarılmak suretiyle kendisini ifade etmektedir. Özellikle Anadolu’da büyük milletin tanımı yapılırken de geleneklerini geleceğe taşıyan toplumların büyük millet olabileceği ifade edilmektedir. Anadolu insanı bu gelenekleri geleceğe taşır iken kendi değerleri arasında hiçbir ayırım yapmamıştır. Onlar için Hacıbektaş-ı Veli ne ise Hacı Murad-ı Veli, Hacı Bayramı Veli, Şah Şaban-ı Veli aynıdır. Sultan Alparslan ne ifade ediyorsa, Selahaddini Eyyubi’de aynı şeyi ifade etmektedir. Bu yüzden beslendiğimiz damarları iyi tahlil etmeliyiz. Bizler bu coğrafyanın bize atalarımızdan miras olduğunu bildiğimiz kadar, çocuklarımıza taşıyacağımız bir emanet olduğunu da unutmamalıyız. Hz.Mevlana’nın “aynı dili konuşanlar değil, aynı hissi paylaşanlar kardeştir.” Sözü aslında bize çok şeyi anlatıyor. O yüzden bizler kendimize geçmişimizi referans aldığımız gibi ortak yaşam için bugünün değerleri olan gelişmiş demokrasi kişi hak ve özgürlükleri, evrensel hukuk kuralları ve sürdürülebilir kalkınmayı da referans alarak almalıyız.

Bizler Anadolu’da huzur ve güven içerisinde yaşamak arzusunda isek şiddet kültüründen uzak, yaşadığımız travma, matem ve yas atmosferinden uzaklaşmamız gerekmektedir. Zira toplumun her kesiminin süreçle alakalı bir olumsuzu mevcuttur. Sürekli olarak yaşanılan olumsuzlukları gündeme getirmek, geleceğe dair sağlıklı bir sürecin başlatılmasına engel olmaktadır. Karşılıklı görüşme ve empati yapma halinde toplumumuz fanatizmden uzaklaşıp, sağlıklı bir süreci başlattığı gibi yürütebilirde. Bunun için ülkemizde varolan tüm kimliklerin tanınması gerekmektedir. Bugün itibariyle Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi tek bir ulus inşa etmek gibi bir durum söz konusu değildir. O dönemin mağdurları mütedeyyin Müslümanlar, Kürtler, barışçı aleviler bugün çözüm sürecine samimi sosyal demokratlar ve sosyalistler gibi destek vermektedir. Kimliklerimizin farklılığı ayrışmamıza değil birleşmemize vesile olmalı, Anadolu ruhu yeniden kazanılmak suretiyle hep birlikte yeni bir Türkiye inşa etmeliyiz. Bunu yapabilecek güç ve azim insanımızda hiç şüphesiz mevcuttur.